26 Aralık 2010 Pazar

Pazar

Aile saadeti yaşadım bu akşam. Küçük akraba topluluğunun katıldığı yemekten sonra kuzenlerimle genel popüler kültür taramalarımızı yaptık. Dergiler karıştırdık ve birkaç yeni film fragmanı, video klip falan izledik. Böyle bir ortamda gerilmeden istediğim seviyeye inip, istediğim seviyeye çıkabiliyorum. Evet, galiba benim için aile kavramının tanımı bu.
Dergilere bakarken moda ve sanat ilişkisi hakkında çok az düşündüm. Ronaldo'nun Armani reklamını dikkatle incelerken düşüncelerimi sıraya koymak pek kolay olmasa da, her ikisinin de gerçekten abartıldığı kanısına vardım. Sonra da şöyle toparladım: Seçim yapmak güzel bir şeydir. Sanat ve moda konularında sürekli seçim yaparız. Birine karar verdikten sonra yenisi karşımıza çıkar.Bir reyon, bir diğer reyon; bir akım, bir diğer akım ve diğer tüm akımlar gibi. İlerleme hissi burdan gelir.
İnsan ilişkileri tam tersi. Pöh

24 Aralık 2010 Cuma

http://blog.tate.org.uk/?p=2967
Van Gogh, Gaugin'e aşıkmış diye biliyorum.

19 Aralık 2010 Pazar

Haftalık- Nostaljik ve Futuristik, John Currin

" The subject of a painting is always the author, the artist.
You can make an illusion that it's about something other than that. I think that's what the function of representation is: to give a painting the illusion of a subject. " John Currin





Ankara'nın küçük ve her şeyin tekdüze olduğu bir şehir olduğu söylenip durur. Ben de bu yorumlara sık sık hak veririm. Ancak düşünüyorum da Ankara'nın limitleri, yaşayanların limitleri de olmalı mıdır? Ya da ne limiti?
Kırşehir' in Kaman ilçesine giderken, yaklaşık 30km'lik dümdüz yoldaki hareket unsurlarının yalnızca ineklerin otlaması, tavukların karşıdan karşıya geçmesi ve içinde bulunduğum servis aracının yol alması olduğu göz önünde bulundurursak Kaman Yolu'nda hayat olmadığını düşünebiliriz. Ama hayvanların sahibi olan adam da muhtemelen uyanıyor, yoruluyor, belki gazete okuyor, belki oy kullanıyor, belki arkadaşlarıyla konuşuyor ve kesinlikle ürüyor. Limit falan da düşünmüyordur bence.
Kaman'da insanlar bir şeyler yaşıyor. Ben de Ankara'da yaşıyorum. Yazmaya ara verdiğim süre zarfı içinde başından geçen bir takım olayları düşününce böyle bir giriş yapmak istedim. Öhöm.
Akşam eve geldiğimde, her nedense CD'lerimle bir münasebetim oldu ve içlerinde yaklaşık 8 sene önce, annem, ben ve kardeşimin Guernsey denilen garip bir adaya gittiğimiz tatilin görüntülerini buldum. O yıllarda kafamdan geçen tüm ergen düşünce kırıntılarını hatırlıyorum ve onları öylece kabul ediyorum. Ancak fiziksel görüntümün, davranışlarımla oluşturduğu garip tablo , beni bir miktar şaşırttı. 1o kilo daha zayıf ve daha ergen olmamı bir kenara bırakıp, tepkilerimin farklılığı üzerine bir miktar düşündüm.
Şimdi 15 yaşındaki halime bakıp onun neler bilmediğini, 20 yaşındaki halime bakıp onun neler bilmediğini; 25 imde 22 imde neler bilmediğimi, 30 umda 25 imde neler bilmediğimi falan filan şeklinde uzayan hayat örgümü ele alıyorum ve hiçbir zaman her şeyi bilemeyeceğim kanısına varıyorum. Potansiyel mental boşluğa sebep olabilecek bu durumu şöyle çözdüm kafamda.
Olayımız, eskimiz ve yenimiz olmadan gün gibi geçinip gitmekse eğer, farkındalığımızı koruyup gelecek adına pek çok şey yaşayacağımızı kabul edebiliriz. Böylece hayatımızın John Currin'in yarattığı resimler gibi olmasından korkmayız. "Nostaljik - Futurist" ve cool oluruz.
Yaşamkoçluğu101 şeklinde bir başlangıç yaptım, biraz rahatsız edici olabilir. Ancak bu aralar pek çok şeyden memnunum, n'apayım.

2 Aralık 2010 Perşembe

Haftalık - Conceptman, Richard Prince

kendisi Richard Prince işte. Pek önemli bir sözünü duyamadım hehe (= Seriler halinde çalışması hoşuma gitti sanırım.











6 Kasım 2010 Cumartesi

Oturan Boğa


Kendimi çok yorgun hissediyorum. Antreman yapmış olmaktan kaynaklanan, emekleyerek ilerleme isteğinin etkisi altındayım şu an. Yine de bir şeyler yazmaya çalışayım.
Maalesef uzun zamandır mutlu değilim gerçek anlamda. Kötüsü buna bir miktar kafa patlatıyor olmam. Mutluluğun, aldığım kararlar doğrultusunda değişen bir fonksiyon olduğunu tespit edeli epey bir uzun zaman oluyor.
Ancak tespitimin eksikliğini/yanlışlığını fark ettim ve şu şekilde düzelttim : En genel anlamda mutluluğumuz, yapıyor olduklarımızla nasıl yaşadığımıza bağlı. Mutluluğumuz kararlarımıza bağlı olsaydı , otobüse bindiğim için mutlu, kürek çekmeyi seçtiğim için çok mutsuz olmam gerekirdi. (Öyle miyim ?)
Bir gerçekle beraber yaşayamamak, mutsuzluk mu?

İnsan hayatındaki her şeye bağlı mıdır?
Fotogerçekçiler biraz işsiz mi ?

Suşi mi, künefe mi?


Komünist Parti

5 Kasım 2010 Cuma

Haftalık- Fotogerard, Gerhard Richter

"letting a thing come, rather than creating it." Gerhard Richter








2 Kasım 2010 Salı

Hayat beni neden yoruyosun?

Ergenliğime geri dönmüş olabilirim. Ders çalışıyorum, çok yemek yiyorum, insanlara karşı pek sevecenim, algılarım açık, hoşlandığım çocuğu hiç göremiyorum, bir de kahkülüm var.
Çok uzun yazılar yazamıyorum maalesef. Genelde çok yorgun oluyorum. Bu twitter modunda kısa yazılara alışmadan sıyrılmalıyım bundan galiba. Neyse bugün 8 saatlik bir öğlen uykusuna yattım, televizyondaki bütün dizileri izledim, kim ne yapmış, facebooklardan falan takip ettim şimdi ders çalışıcam. Umuyorum.
Bir de "mutlu olmak" konusunda birtakım düşüncelerim var, onları sonra paylaşıcam sanırım.



Ergen tavırlar.1 : dağa kaçmak istiyorum




30 Ekim 2010 Cumartesi

yemek ve insan ilişkileri

özledim...
"Menüyü alabilirim"
iç ses

29 Ekim 2010 Cuma

Haftalık- Appropriation (art), Glenn Brown

"To make something up from scratch is nonsensical. Images are a language. It is impossible to make a painting that is not borrowed- even the images in your dreams refer to reality."Glenn Brown



Şimdi dünyanın en önemli bilim adamları, "Asutay, seni 500 yıl öncesine götürecek bi makineyi denemen için çağırıyoruz, lütfeen gel !" deseler ve 500 yıl öncesine gitsem, o zamanlardaki bilimin gelişmesine bir katkım olur mu, acaba? Ne biliyorsam anlatırım. Kime anlatırım, hangi kuruma at arabasıyla gitmeye çabalarım bilmiyorum ama kızım diye kesin dinlemezler beni. Derlerse "sus kadın" diye; ben de bildiğim şeyleri anlatırım köylü kızlarına hehe. Akışkanlar mekaniği anlatırım, enerji transferini anlatırım. Karbonhidratlar, yağlar, proteinler şöyle; hayvanlar, bitkiler, erkekler böyle derim. Üremeyin derim bi de. Ankara o kadar kalabalıklaştı ki.
Gerçi düşünüyorum da, "hocam, dünya güneş etrafında dönüyor" fikrimle onları aydınlatsam bile, bunu kanıtlayamam. Dünyanın güneş etrafında döndüğünü kanıtlayacak bilgi ve gözleme sahip değilim ne yazık ki. (Cidden biraz düşündüm ama nasıl kanıtlayabileceğim aklıma gelmedi.) Gezegenleri sayarım ama içten dışa. Onlar arasınlar.



Gezegenlerin ortamı

14 Ekim 2010 Perşembe

Erkeksizlik mi daha kötü, kızsızlık mı ?

7 Ekim 2010 Perşembe

"Sanat, şiir ve müzikte örneklendiği gibi tinin özgün, özgür yaratıcılığını yitirdiğimiz ölçüde, bilimsel yaratıcılığımızı da yitireceğiz. Bilim adamlarının kendileri, özellikle fizikçiler, bize bilimin yaratıcılığının insanların özgür, saf bir halde yaratma özgürlüğüyle güvence altında olduğunu söylemekteler. Modern fizikte açıkça görülüyor ki, daha sonraları teknolojik yararlar için değerlendirilen buluşlar, genellikle fizikçinin imgelemini koyverip, yalın bir buluş coşkusu için yaptığı buluşlardır. Ama bu her zaman, daha önceden güzel bir biçimde kurulmuş kuramlarımızın, Einstein'ın görecelik kuramını, Heisenberg'in belirsizlik ilkesini tanıtmalarında olduğu gibi, kökten bir şekilde alaşağı olmalarının riskini de ortaya çıkarır. ...Tinin yaratıcılığı ussal,düzenli toplum ve yaşama tarzımızın yapısını ve önkabullenişlerini tehdit eder ve etmelidir. Bilinçdışı, usdışı itilimler ( yaratıcı edilimler) tam da doğalarından ötürü ussallığımıza yönelik bir tehdit oluşturmak durumundadırlar; o halde yaşadığımız kaygı kaçınılmazdır."
Rollo May - Yaratma Cesareti


Uzun zamandır okuduğum en anlaşılır inceleme kendisi. Aydınlandım bir miktar.
Ders çalışmam da lazım. POF

Haftalık- İlginç Yapıt: Algıda Farklılıklar, Roy Lichetenstein


House, Roy Lichtenstein

30 Eylül 2010 Perşembe

Dersler başladı. Mühendislik triplerinin etrafımda kol gezdiği şu dönemlerde, "şu yaptığın mühendisliğe yakışır mı, Asuşcum?" diye sık sık soruyorum kendime. Sınıfta, mutlu kantinde ve iğrenç gıda tuvaletlerinde sıklıkla yapıyorum bunu. Sonra euehue diye gülüyorum. Cevabım yok sanırım.

Bir insanla ilgili yargımı 5 dakika içinde belirlerim. Bence her insanı, 2 saat içinde çözebilirim. Kendi çapımda sezgilerimle belirlediğim yöntemlerim var. Herkesin vardır heralde.



Herkes yapıyordur böyle çözümlemeler ama biraz zaman harcıyorum galiba. Eskiden çözemediklerim beni tehdit ederdi. Şimdi alakası yok, herkes insan işte.İnsanlar, gayet su doku gibi olabilirler. Sıraya girmemiz gereken yerlerde, önüme atlayan görgüsüz insanlar, kelime avı gibi olabilir ondan sonracığıma. ( İnsanları bulmacaya mı benzetiyorum? )



Şu hayatta en az işime yarayan şeyler de şu yargılar. Hiç hayırlarını görmedim. Gerçi eğleniyorum. Diyorum "şu sülük çocuk bana yapışmasın da kaçayım", "şu kız entelmiş onla gezeyim", "bu bacılar kocalarıyla ne konuşuyorlar acaba, onu anlamaya çalışayım"...vb. İnsanlar hakkında yargıya vardığım konular, empatik düşünce fırtınaları işte.




Duygusal olmak nedir peki (hacı / abi/ olum)? Bir ruh hali mi yoksa bir düşünce tarzı mı? Memnuniyetsizlik, aşırı memnuniyet, güven ne ne? Öğrensem bari.

İnsanın, her durumda kendi için, en rahatı için delicesine can çekişmesi ne kadar ilginç. Bunu fark ettiğimden bu yana her türlü sosyal ve psikolojik olgu için bir reaksiyon mekanizması yazabilirmişim geliyor. Girenler, çıkanlar, reaksiyon hızı sabitleri, değişkenler (ortam sıcaklığı) , katalizörler falan. Yeni bir başlık atıcam reaction kinetics dersimize. Emotional kinetics.




Resimler Barbara Kruger'ın yapıtları. Provokatif buluyorum bir miktar.
.




Sevgi gösterilerine maruz kalmak istiyorum sırf reddedebilme kabiliyetimin mevcudiyetini kontrol etmek adına.



26 Eylül 2010 Pazar

Marcel Duchamp- Mona Lisa
Resimin öyküsünden başlayayım. Şimdi öncelikle Marcel Duchamp tarafından yapılmış. Mona Lisa var; bıyığı var. Dalgasını geçmiş en basit anlamda. L. L. H. O. O. Q. gibi bi şey yazıyor altında. O da şöyle ki; fransızca okuyorsunuz "el aş o o kü" gibi bi şey oluyor. (Elle a chaud au cul kendisi) Türkçesine gelince şu demek: "Ateşli bir götü var."
Ne güzel di mi, Mona Lisa' nın cinsiyeti belli değil zaten, bi de bıyık çizmiş. Seksi popo falan. Şaşırdım. "Çok ilginç" buldum takımımıza gelen Kanadadanalı arkadaşımızın deyimiyle.
İlginç olan şu ki; Duchamp'ın hayatını devam ettirdiği dönemde sanat gayet kutsal bi olguymuş. Duchamp'ın ,deha kabul edilen bir sanatçının eserini readymade olarak kullanıp bi de üstüne müstehcen ifadelerle donatması, yüksek alçak sanat tartışmasını başlatmış. Şimdi, adamın kendisi gayet post-modernizin fikir babalarından biri sayılıyor. Bi çok yapıtı var buna benzer. Epey klas yapıtlar gayet yüksekteler yani. Sanatın alçak olabildiği savını ortaya attıkları için yüksekteler.
Duchamp kavramsal sanatının yaratıcılarındandı. Tekerlek ve sandalye koydu ve herkesin betimlemesi kendine dedi. Betimlemeleri, duyuların ve algıların dünyasından çıkardı; onları deneyimlerin ve hislerin bağlamında değerlendirilen daha bireysel boklara çevirdi. Bok işte. "Çok ilginç"

Acaba 1950' de üniversitelerde english for academic purposes tadındaki derslerde sanat alçak olamaz , sanat alçak olabilir şeklinde debate yapmaya insanları zorluyorlar mıydı? Merak ettim.

Onun dışında okul başlıyor işte. Şu ana kadar coollumu kaybetmemek adına zor durumda kalmadım.

Du bakiyim, şöyle bir sıkıntım var.
İnsanlarla iletişim kurarken iç güdülerimi kullanma özgürlüğümden mahrumum şu aralar. Bu konuda özlem içersindeyim. Onun dışında bi sıkıntım yok çok şükür. İnsanlar sıkıntı deyince ne algılamalı onu da bilmiyorum. Düşünce her şey sıkıntı olabilir o halde. Düşünmenin kendisi de sıkıntı olabilir. Hatta bu insanları diğer canlılardan ayıran bir özellik galiba. Sıkıntılı olmaları ehe. Kıvırcık çocuğun sorunu sıkıntısız olmasıydı galiba haha:) "Her şey bir yanılsama adamım" dersem sıkıntısız olurum ama çok bayıcı. Gerek yok.
Bi de Kerem'e şey dicem; olup biteni bilmemekle beraber, insanlar ve koyunlar kendi bacaklarından asılıyorlar. Kendi yağımızda kavruluyoruz ve sonunda kendi halimizde yaşayıp gidiyoruz. Dolayısıyla kendi çıkarlarımızı göz ardı etmek doğamızda çoğu zaman yok. Ya başka hesaplar peşinde koşarız ya da başka hesaplar kovalar. Öyle işte.

Hottie ve richie koca bulsam, kendi yağımda kavrulsam, gül gibi geçinip gitsem...

25 Eylül 2010 Cumartesi



Mağazaya girerim. Tamamen içgüdüsel hareketlerle ilerlerim. Kıyafetlere yakınlaşıp, her biri için, first date modunda değerlendirmeler yaparım. Çok konuştu, öf niye böyle bir şey söyledi şimdi, o ayakkabılar olmadı konseptine benzeyen yargılara varıp geniş çapta bir eleme yaparım. Elemeyi yaparken hayal gücümü kullanarak, çeşitli kombinler oluşturmaya çalışırım ki bu işin sanat diyebileceğimiz yaratma kutsallığını barındıran özel anlardır. Abartmıyorum. İşin içine toplumsal, kişisel ve psikolojik unsurun girdiği bir yaratma sürecinden bahsediyorum. Benim için alışveriş yaratıcılığı, kişinin düşünsel anlamda sadece kendi kaynaklarından yararlanır ve günümüzdeki ahlaksal çözülmenin çöküntüsü altında kalmadan yeni bir yaşam kurma düşüncesi desteklidir. Bence bu nedenle önemlidir.
Alışveriş, her bireyin ayaklarının önüne kadar serilmiş yaratma cesaretine sahip olma fırsatı bence. Öyle ki alışveriş yaratma cesaretinin en apaçık ve basit çeşidi olabilir.
Ziyadesiyle çok anlık şeyler bunlar tabi. Alışveriş söz konusu olduğunda emperyalizmi beslemekten rahatsızlık duymuyorum. Emperyalizmin çok ezilenleri olmadığımıza göre yaşayıp gidicez işte. Ben yaratma cesareti falan diyorum , ne emperyalizmi yav.
Neyse ben Kuğulu Park'a çekirdek çitlemeye gidiyorum. Tavsiye edebilirim. Zaten 2 saat falan maksimum sonra Baran'la sıkılıyoruz birbirimizden. Bi zenci kuğular var, beyazlar var. Baran sayısız espri döndürüyor üzerine. Ben de eğlenmesine eğleniyorum epey ama alışveriş yaparken ki kadar değil ehe.

21 Eylül 2010 Salı

Küçük insan hiçbir şeyden korkmaz. Ben küçükken diş tellerinden çok korkardım. Dötümü uçuklatırdı. Sitedeki kız açıyodu ağzını böeöeö falan diyodu. Ben de annemin yanına kaçıyodum.Of hem de ağlıyodum ,şimdi hatırladım. Bir de dişsiz Tuğçe vardı. O da korkardı birlikte kaçardık ama ben gizliden gizliye Tuğçe’nin ağzında pek az bulunan , aynı zamanda morarmakta ve kararmakta olan minik şeylerden de korkardım. Şimdi Tuğçe fena kız değil allah için. Spor falan yapmıyor tabi ama dişleri var en azından. Bu arada kendi dişlerimle ilgili hiçbir bok hatırlamıyorum. Çok iyiymişim.

Ya bi de bugün konusu geçti. Kendimi ateşli ateşli savundum. Bence haklıyım ama. Acaba beyaz bir bayanla ,zenci bir adamın (tabi ki de) çok zenci bebeği olur mu konu bu.
Olmaz tabi ki de. Salaklar:)
Zenci demişken Jessie Williams oh ye. Bir klipte gördüm bu zenciyi.Algılarımı açtım, kilitlendim ve buldum. Bu adam iş yapıcak bak. New hottie yazmışlar internette zaten. Hottie ehe çok iyiymiş.



Eric Fischl- Bad Boy
Bu resim her şeyiyle iyi. Öyle teknik şeyleri ışığı, kompozisyonu falandır iyidir heralde zaten de, ben bıraktığı etkiden çok memmun kaldım. Bana rahatsız edici geldi ama “ya abi zaten...” demiyor . (En rahatsız olduğum şey o söylem ve mutfak çöpü de) Öyle bir tribe girdiği yok kendi halinde, gariplikleriyle takılıyor gibi. Evet, memnun kaldım. Kadın da iyi esnemiş, ben de bayaa esniyorum,ondan da memnunum :)

7 Haziran 2010 Pazartesi

Teknik Mola

Otobüse en önce biz binsek ne olur? Yemeği önce biz alsak ; efendime söyliyim sınav kağıdına 2 sn önce ulaşsak? Bilmiyorum , ne olur?
İnsan varlığının, içgüdüleri ve onu farklı kılan aklını kullanma yetisi arasında çetin bir savaş verdiğini gözlemledim. Bu savaş bilincimizden bağımsız devam etmekte tabi. Kendi adıma konuşmak gerekirse bu bilinçsizlerle hergün bolca karşılaşıyorum. Hatta Ankara'yı bana zindan ediyorlar. Bunu gördükçe kendi bilincim aklımı hayvani içgüdülerime karşı korkusuzca savunuyor. Ben de hayatımı daha cool ve mutlu olmanın hafifliğiyle daha kolay sürdürebiliyorum.



Ben mi daha önceleri daha az bilinçliydim ya da insanlar daha az mı hayvaniydi. Bilemiyorum. Bu sene çektirdiler bana.

Bugünden itibaren sonun başlangıcı gibi arabesk sözcük öbeğiyle ifade edebileceğim bir dönemin ilk teknik molasını aldım. Finallerin çok büyük ve arka arka olan kısmı bitti. Testler, yüklenme haftaları da yok artık. Değişik duygular hissetmekte ve bunları anlatmak için burdayım, blog.


Direk giriyorum. Kürek takımında hayatımda kürek çekmeden de var olmasını istediğim kimsecikler yok. Herkes iyi ama kimse bilinçli değil. İçgüdüleri, egoları, erkeklikleri, olmayan kadınlıkları, tripleri ve herkesin yetinmesiyle yetindikleri başarılarla dolu minik dünyaları ve vizyonsuzlukları benim için kürek takımının bir parçası oldu ve bundan dolayı epey üzgünüm. Şanssızım da tabi. Geçirdiğim zamanın kalitesini arttırmak aynı zamanda kendimden de ödün vermemek konusunda çaba harcadığım koca bir sene geçirdim. Böylece insanları idare etmek denilen kara delik hususunda uzmanlaşmamı sağladılar. Trajik bir şey değil kesinlikle. Aksine düşüncesi beni mutlu ediyor. Farkındalık açısından değerlendirdiğimde şartlar gerektirdiği için değil kendim istediğim için idare edeceğim insanlarla iletişim halinde olmak istiyorum. İnsan hem aynı , hem çok farklı azizim.





3 Haziran 2010 Perşembe

There is still hope...


Yapmak istediğim şey şu yazıya başlamak. Bir şeyler yazmak, düşünmek falan -derken banyoya gittim.O küçük sarı şeyi ellerime aldım. Yıkadım ellerimi ve kokladım.
Dove sabunu çok seviyorum cidden. Salatalıklısını denemiştim ama limonlusu çok daha iyiymiş. Kokusunu mikroplardan tıkanıp duyu yetisini kaybetmiş burnumla bile alabiliyorum. Koku beynime ulaşıyor, ordan tüm sinirlerime dağılıyor ve beni benden alıyor. O kadar ki bana ilham veriyor. Şimdiden kafamda bir sürü şey canlandı bile. Bunlardan biri de Georges Seurat 'nın resimleri. "Bathers in Asnières" - ki şu sıralar en üstteki resim oluyor- ve bu ılık sarı sabun ben de aynı etki bırakıyor diyebilirim. Nedense içimi yok yere garip bir huzur ve umutla dolduruyorlar.
Hemen aklım bu iki nesnenin özüne ulaşan yeni yollar aramaya başladı. Dove bir Unilever ürünü. Yüzde 25 'i nemlendiricili ve ambalaj tasarımı da bence ürünün hikayesiyle örtüşüyor. Sade, hafif , buharlı gibi.
Seurat 'ya gelince; kendisi çok uzun yaşamamasına rağmen çok sayıda eser bırakmış. Renkleri fırçasından noktalar vasitasıyla tuvale geçiriyor. Böylelikle hatlar kayboluyor. Derinlik duygusu bilinçle bütünlenmek istenmiş.Ben çok ilginç bulmuştum bu tabloyu ( Asniéres de Yıkananlar)Modern Tate' de gördüğümde çünkü noktaların aralarında boşluk falan yoktu ama onları tek tek ; ayrı birer resim gibi görebiliyordunuz. Resmin verdiği derinlik duygusunda da birkaç değişik nokta vardı. Hem hacimli hem hacimsiz gibi. Öndekiler arkada ; arkadakiler önde gibi. Adam resimlerinde neden bahsederse bahsetsin; aklımızdan geçirdiğimiz imgeler yani hayaller ve benzeri şeyler gibi. Daha da uzatıyorum. Çerçeve bulutların arasında gibi. Yani o zaman gördüğümde böyle düşünmüştüm en azından. Şimdi görsem daha değişik fikirlere sahip olurum belki.
Seurat uzun yaşamamış.32 yılcık. Böyle kötü bir hastalıktan ölmüştü yanlış hatırlamıyorsam. Öldüğünde insanlar üzülmüş ama sağlığında bir müddet izlenimcilerle anlaşamamış. Yani resimlerinin ben de yarattığı etkinin aksine Georges biraz trajik bir yaşam sürmüş. Benim için umut dolmuştu. Winnie the Pooh gibi hissetmiştim=) Adam 7-8 sene resim yapıp ölüyor cık cık.
Resimleri "Venice is not sinking" desin benim için(=

28 Mayıs 2010 Cuma

YEMEK YEMEYİ ÇOK SEVİYORUM

Son zamanlarda olup bitenleri anlatayım. Sondan başlıyayım. Olayların arasındaki zaman gitgide artıcaktır tahmin edersiniz.

Sucuklu yumurta yedim. (Böööö O kadar zevkle yedim ki bloga ilham oldu diyebilirim)

Ojelerim... Yenileri geldi. Bu seferkiler Fransız. Uzatmiyim french yapmaya çalıştım,
bakalım

Buğranın farkındalığı çok yüksek çoğu zaman. Herşeyi biliyor mu bilmiyorum ama her şeyin farkında. Onu seviyorum :)


Baraka spor salonu. testosteron. kıl. kız yok. Barakayla ilgili cümle kurmak istemiyorum.


Dersler cuma günü itibariyle bitti. Bu seneyi pek kolay atlattığımı söyleyemeyeceğim maalesef. Aldığım tüm derslerden geçersem, en azından kafa yorulacak şeyler listesinden birkaç maddeyi eksiltme ihtimalim geçerliliğini sürdürecek. Üniversite, öğrenme, bilgi, algılama, notlandırma tarzı şeyler üzerine de bir miktar düşünüyorum. Tesadüftür; dönem sonunda birkaç sonuca vardım galiba. Bu da ayrı bir yazı konusu olabilir. Bu dönemin son dersinde ,ki o thermodynamics dersi oluyor, dersi veren oldukça dominant ( hükümet gibi diyeceğimiz cinsten )bir bayan profesör bana ilham verdi. Egosunu kontrol altına almayı başarmış ama kendine güveni tam. Bu gözlemi daha önce hiç yapmamıştım bir insan için. Bilmiyorum işini de çok seviyor gibi görünüyor. Üniversiteyi bitirmeden böyle insanlardan daha çok ders alsam keşke diye düşünüyorum. Yani şart değil ama iyi olur.


İki yarışa gittim geldim. Tek çifte ve ik çifte çektim. Tek çifteyi çok seviyorum. Arabesk laflar edicem belki ama teknenin üzerinde nasıl bir ruh hali içerisinde olursam olıyim, gerçekten güçlü hissediyorum. Küreklerimle her şeyi yapabilecekmişim gibi. Kedim , Mintoş ( ismi çok kötü ama bi söyledik öyle kaldı) , bana hep esrarengiz gelir. İnsan oldu mu dibinden ayrılmaz ama hep tek başınadır. Ben de öyle hissediyorum tek çiftede galiba. Neyse uzatmiyim. Derecelerim iyi değil maalesef. Rakiplerimle de aramda az bir zaman yok ama güzel bir sürü şey var sadece benim bildiğim. Belki Buğra da biliyor olabilir.


İlk sınavlarımın çoğu kötü ve vasat arası. Düzelticem umarım :)


Yemek yapmaktan çok büyük bir keyif alıyorum. Patisserie denilen bu pasta-börek işlerini yapmaktan daha çok zevk aldığımı inkar edemicem. Ancak pasta-börek olayları gerek ekipman gerek tecrübe gerekse teknik bilginin, birlikte oldukça dikkatli kullanılması gerektiği meşakkatli bir alan. Ben de bocaladım elbette. Gelin görün ki birkaç denemem cidden tam bir facia oldu. Nedenini anlayamadığım bir biçimde muffinlerim yeterince kabarmıyordu. Bu konuyu analitik yöntemlerle çözmeye, en nihayetinde neden-sonuç ilişkilerini yağlı kağıtlarda muffine dönüştürmeye karar verdim. “Science of Cooking” adlı kitabın sponge kek bölümü kabarma fenomenine ayrılmıştı. Okuduktan hemen sonra yaptığım deneyde bir miktar başarılı oldum. Çalışmalarım devam etmekte :)


Son olarak blogumu açtım çünkü canım istedi. Bi de bence insanın kendini görebilmesi gerekir ve bunu her zaman yapabilmeli. Ego ve yarattıkları gereksiz olabilir diye düşünüyorum.

Termo bilimi Konfüçyüs aşağıdaki şeyleri düşündükten yaklaşık 1000 yıl sonra falan kurulmuş. Konfüçyüs varken termo yok ( anlıyacağınız gibi hihi). Termocular da Konfüçyüs ne demiş acaba diye bakmamışlardır bence. Bana ilginç geldi. Böö saat kaç olmuş ben yatıyorum.

While there are no stirrings of pleasure, anger, sorrow, or joy, the mind may be said to be in the state of Equilibrium. When those feelings have been stirred, and they act in their due degree, there ensues what may be called the state of Harmony. This Equilibrium is the great root from which grow all the human actings in the world, and this Harmony is the universal path which they all should pursue.”


29 Mart 2010 Pazartesi

Babetlerim


Bugün babetlerim giydim. Eteğimin altına güzel olur diye. Bence oldu. Güzel Ankara'nın çamurlu yollarında ayakkabımın içine sular da doldu. Bi de altları çok ince olduğu için yerle ayak tabanlarım arasında hiçbir şey yokmuş gibi hissettim. Medine dilencileri gibi. Abartıyorum, dilenciye benzer bir halim yoktu tabi. (Medine dilencisi kavramı ordinary dilenci kavramıyla aynı kategoride değil bu arada) Neyse sözüm ona diyeceğim şudur ki bazen ruhumuzu beslemeye ne kadar uğraşırsak uğraşalım çevresel koşullar engel üstüne engel yaratıyor. Ama güzel olan ruhumuzun hala orda olması ve beslenmeye aç olduğunu fark etmemiz.
Resim : Medine dilencisi imgesinin ünlü bir futbolcu ile desteklenmiş hali





23 Mart 2010 Salı

Aujourd'hui

Halka sesleniyorum. Rahatça kavrayabileceğiniz kavramlar üzerinden gideceğim. Blog yazmak cool bir şey değildir. Blog yazmak bir triptir. Bloga belli şeyler belli şekilde yazılır. Hayatın anlamı falan yazılmaz.Şaka şaka istediğinizi yazın ama istediğinizi yazamayacağınızı bilerek yazmak istediğiniz şeyleri değiştirdiğinizi unutmayın.( Halk,siz ? )
Başka izleyiciyilerim olsa. Ben de blog tribine girsem. Pöf girmişim galiba önceki yazılarımda zten. Ancak çok saçma buluyorum şimdi.

Buğracım bir izleyicin azalcak galiba. İlk burdan duy istedim.

Ankara hiç güzel bir şehir değil. Zaten hep yeterli olmadığını düşünmüştüm ama bilimsel yöntemlerle kanıtlayamamıştım. Sezgisel bir şeydi daha çok. Şimdi anlamaktayım ki çoook kötü. İnsan Ankara'da iken;ancak Ankara'dan uzaklaşabileceği düşüncesiyle, bi de hava en az bugünkü gibiyse, bi de piyango falan çıkarsa memnun olabilir.

Yanılma payım da var tabi ki. Belli biraz içinde yaşamak yerine gözlemlemeye çalışsan böyle duyarlı sanatçı entel triplerine falan girsen bir şeyler çıkabilir. Belki ama. Otobüsteki her 3 kadından 2 sinin memelerinin 70%' e varan sıkıştırılabiliteleri olan bir şehir ne kadar iyi olabilir ki. Kadın bugün resmen memelerinin içine aldı beni. Sonra geri attı aynı hızla. İnsan aynı cinsiyetteyiz diye yapışmaz ki canım. Hiç sevmem öyle dip dibe. (Buğra bak meme)
Zengin koca bulsam.

16 Şubat 2010 Salı

cankurtaranlar ve ayrılma kararı

Nasıl da uykum kaçtı. Erken yatıyorum, bir anda uyanıyorum sonra da uyuyamıyorum. Uyanmasam çok güzel olur aslında. Çok uyumuş olurum.
Cankurtaranlardan ayrılma kararı aldım. Ne zaman söylesem diye düşünüyorum. Koordinatörü görürsem yarın hemen de söyleyebilirim. Yanlış mı yapıyorum diye düşünmüyor değilim. Tüm artı ve eksilerini böylesine bir platformda masaya yatıracak değilim. ( Burası blog yane=P ) Üşeniyorum bi de. Belki daha geri dönülesi bir şekilde ayrılma kararı aldığımı söylesem... Cankurtaranların mantık ve ahlak kavramı açısından bakacak olursak pek imkan dahilinde gibi görünmüyor. Risk alıcam artık ne yapalım. Belki de üniversite hayatım boyunca para kazandığım son aktivite olur -ki muhtemelen öyle olur-. Cankurtaranlardan ayrılma düşüncesi bir anda içimi inanılmaz rahatlattı. Öf ayrılmak istiyorum.
Ders kayıtları da devam etmekte. Bir sürü ders aldım ama çakışan çakışana hihi. Bir ara belki erken bitiririm yanılgısına bile düştüm. Dönem başı gaz tripler. Bunda bir ilginçlik görmüyorum gerçi. 2 hafta sonra konuşmaya çalışsam daha iyi olacak bu konu hakkında.
Haber dergisi okumaya çalışıyorum işte. Haftalık olduğu için , gazete okurken çokça yaşadığımız deja vu hissiyatından uzaklaşmış oluyoruz böylece. Teknoloji başlığı altındaki internet ve önemi, paylaşım siteleri, telif hakları pazarı tarzı yazıları pek bir bayıyor beni ama olsun. Neler neler bayıyor insanı.
Bir de deneyimlediğim bir şey var. Şu ki; kendini koruma içgüdüsü sandığımdan çok daha etkili insan hayatında. Dışavurumları çeşitlilik gösteriyor ve hepsi de birbirinden ilginç. Bunlar nelerdir, hangisine ne denir var mıdır böyle şeyler bilmiyorum. Üstüne düşünmenin mantıksız ve cool olmayan bir yanı olabilir.Ben kabuğuna çekilme yöntemini kullanırım genelde. Kabuğuma çekileyim.
Kabuk falan dedim.Uykum geldi sonunda.Arayı çok açmama ümidiyle.

28 Ocak 2010 Perşembe


bak kara delik gibi buğri

Tok karnına

Saati ve boyutları aşmış bir akşam yemeğinin ardından birkaç satır bir şeyler yazayım dedim.
Kocaman bir ağırlık çöktü üzerime. Biraz zorlanacağım belli ki ama yazayım. Çok istek var çünkü=P

Düzen birçok şey demektir. Beni kanalize olmaya iter. Düzensizlik kaos yaratır. Kaostan nefret ederim. Düzen içinde her şey olabilir. Düzensizlikte hiçbir şey olmaz. Memnuniyet kendi düzeninin tıkır tıkır işlemesi demekmiş gibi görünüyor.

Genel günlük düzenim dışında bir yemek yedim. Sanki tüm enerjimi sindirim yapmak için kullanıyorum. ( Sankisi fazla oldu. Bu olay bilimsel bir gerçek bu arada, bakınız: parasempatik sinir sistemi ) Vücudumda bir kaos hakim. Uyumak için yanıp tutuşan beynimin bilmem nerdeki lobu, kitap okuyayım diye yırtınan bir diğer lobumuna düzensiz düzensiz şeyler yaptırıyor.Ben de blog yazıyorum işte. GTA oynayacağım birazdan. Sonra da biraz gelecek kaygısı duyup mışıl mışıl uyuyacağım sanırım. ( Tatlı Buğracımı anımsıyorum bir anda (: )

Bu arada sanırım ile sanmıyorum aynı anlama gelebilir.İkisi de çok yuvarlak. Ha sağdan sola yuvarlak ha soldan sağa yuvarlak; ne fark eder diye düşünmeden edemeyeceğim.

Neyse memnuniyetsizliğin düzensizlikten kaynaklanacağı gibi iyeliği olmayan bir düzenden de kaynaklanabileceğini düşünüyorum.
Böyle işte hadi ben araba sürüyorum.