30 Eylül 2010 Perşembe

Dersler başladı. Mühendislik triplerinin etrafımda kol gezdiği şu dönemlerde, "şu yaptığın mühendisliğe yakışır mı, Asuşcum?" diye sık sık soruyorum kendime. Sınıfta, mutlu kantinde ve iğrenç gıda tuvaletlerinde sıklıkla yapıyorum bunu. Sonra euehue diye gülüyorum. Cevabım yok sanırım.

Bir insanla ilgili yargımı 5 dakika içinde belirlerim. Bence her insanı, 2 saat içinde çözebilirim. Kendi çapımda sezgilerimle belirlediğim yöntemlerim var. Herkesin vardır heralde.



Herkes yapıyordur böyle çözümlemeler ama biraz zaman harcıyorum galiba. Eskiden çözemediklerim beni tehdit ederdi. Şimdi alakası yok, herkes insan işte.İnsanlar, gayet su doku gibi olabilirler. Sıraya girmemiz gereken yerlerde, önüme atlayan görgüsüz insanlar, kelime avı gibi olabilir ondan sonracığıma. ( İnsanları bulmacaya mı benzetiyorum? )



Şu hayatta en az işime yarayan şeyler de şu yargılar. Hiç hayırlarını görmedim. Gerçi eğleniyorum. Diyorum "şu sülük çocuk bana yapışmasın da kaçayım", "şu kız entelmiş onla gezeyim", "bu bacılar kocalarıyla ne konuşuyorlar acaba, onu anlamaya çalışayım"...vb. İnsanlar hakkında yargıya vardığım konular, empatik düşünce fırtınaları işte.




Duygusal olmak nedir peki (hacı / abi/ olum)? Bir ruh hali mi yoksa bir düşünce tarzı mı? Memnuniyetsizlik, aşırı memnuniyet, güven ne ne? Öğrensem bari.

İnsanın, her durumda kendi için, en rahatı için delicesine can çekişmesi ne kadar ilginç. Bunu fark ettiğimden bu yana her türlü sosyal ve psikolojik olgu için bir reaksiyon mekanizması yazabilirmişim geliyor. Girenler, çıkanlar, reaksiyon hızı sabitleri, değişkenler (ortam sıcaklığı) , katalizörler falan. Yeni bir başlık atıcam reaction kinetics dersimize. Emotional kinetics.




Resimler Barbara Kruger'ın yapıtları. Provokatif buluyorum bir miktar.
.




Sevgi gösterilerine maruz kalmak istiyorum sırf reddedebilme kabiliyetimin mevcudiyetini kontrol etmek adına.



26 Eylül 2010 Pazar

Marcel Duchamp- Mona Lisa
Resimin öyküsünden başlayayım. Şimdi öncelikle Marcel Duchamp tarafından yapılmış. Mona Lisa var; bıyığı var. Dalgasını geçmiş en basit anlamda. L. L. H. O. O. Q. gibi bi şey yazıyor altında. O da şöyle ki; fransızca okuyorsunuz "el aş o o kü" gibi bi şey oluyor. (Elle a chaud au cul kendisi) Türkçesine gelince şu demek: "Ateşli bir götü var."
Ne güzel di mi, Mona Lisa' nın cinsiyeti belli değil zaten, bi de bıyık çizmiş. Seksi popo falan. Şaşırdım. "Çok ilginç" buldum takımımıza gelen Kanadadanalı arkadaşımızın deyimiyle.
İlginç olan şu ki; Duchamp'ın hayatını devam ettirdiği dönemde sanat gayet kutsal bi olguymuş. Duchamp'ın ,deha kabul edilen bir sanatçının eserini readymade olarak kullanıp bi de üstüne müstehcen ifadelerle donatması, yüksek alçak sanat tartışmasını başlatmış. Şimdi, adamın kendisi gayet post-modernizin fikir babalarından biri sayılıyor. Bi çok yapıtı var buna benzer. Epey klas yapıtlar gayet yüksekteler yani. Sanatın alçak olabildiği savını ortaya attıkları için yüksekteler.
Duchamp kavramsal sanatının yaratıcılarındandı. Tekerlek ve sandalye koydu ve herkesin betimlemesi kendine dedi. Betimlemeleri, duyuların ve algıların dünyasından çıkardı; onları deneyimlerin ve hislerin bağlamında değerlendirilen daha bireysel boklara çevirdi. Bok işte. "Çok ilginç"

Acaba 1950' de üniversitelerde english for academic purposes tadındaki derslerde sanat alçak olamaz , sanat alçak olabilir şeklinde debate yapmaya insanları zorluyorlar mıydı? Merak ettim.

Onun dışında okul başlıyor işte. Şu ana kadar coollumu kaybetmemek adına zor durumda kalmadım.

Du bakiyim, şöyle bir sıkıntım var.
İnsanlarla iletişim kurarken iç güdülerimi kullanma özgürlüğümden mahrumum şu aralar. Bu konuda özlem içersindeyim. Onun dışında bi sıkıntım yok çok şükür. İnsanlar sıkıntı deyince ne algılamalı onu da bilmiyorum. Düşünce her şey sıkıntı olabilir o halde. Düşünmenin kendisi de sıkıntı olabilir. Hatta bu insanları diğer canlılardan ayıran bir özellik galiba. Sıkıntılı olmaları ehe. Kıvırcık çocuğun sorunu sıkıntısız olmasıydı galiba haha:) "Her şey bir yanılsama adamım" dersem sıkıntısız olurum ama çok bayıcı. Gerek yok.
Bi de Kerem'e şey dicem; olup biteni bilmemekle beraber, insanlar ve koyunlar kendi bacaklarından asılıyorlar. Kendi yağımızda kavruluyoruz ve sonunda kendi halimizde yaşayıp gidiyoruz. Dolayısıyla kendi çıkarlarımızı göz ardı etmek doğamızda çoğu zaman yok. Ya başka hesaplar peşinde koşarız ya da başka hesaplar kovalar. Öyle işte.

Hottie ve richie koca bulsam, kendi yağımda kavrulsam, gül gibi geçinip gitsem...

25 Eylül 2010 Cumartesi



Mağazaya girerim. Tamamen içgüdüsel hareketlerle ilerlerim. Kıyafetlere yakınlaşıp, her biri için, first date modunda değerlendirmeler yaparım. Çok konuştu, öf niye böyle bir şey söyledi şimdi, o ayakkabılar olmadı konseptine benzeyen yargılara varıp geniş çapta bir eleme yaparım. Elemeyi yaparken hayal gücümü kullanarak, çeşitli kombinler oluşturmaya çalışırım ki bu işin sanat diyebileceğimiz yaratma kutsallığını barındıran özel anlardır. Abartmıyorum. İşin içine toplumsal, kişisel ve psikolojik unsurun girdiği bir yaratma sürecinden bahsediyorum. Benim için alışveriş yaratıcılığı, kişinin düşünsel anlamda sadece kendi kaynaklarından yararlanır ve günümüzdeki ahlaksal çözülmenin çöküntüsü altında kalmadan yeni bir yaşam kurma düşüncesi desteklidir. Bence bu nedenle önemlidir.
Alışveriş, her bireyin ayaklarının önüne kadar serilmiş yaratma cesaretine sahip olma fırsatı bence. Öyle ki alışveriş yaratma cesaretinin en apaçık ve basit çeşidi olabilir.
Ziyadesiyle çok anlık şeyler bunlar tabi. Alışveriş söz konusu olduğunda emperyalizmi beslemekten rahatsızlık duymuyorum. Emperyalizmin çok ezilenleri olmadığımıza göre yaşayıp gidicez işte. Ben yaratma cesareti falan diyorum , ne emperyalizmi yav.
Neyse ben Kuğulu Park'a çekirdek çitlemeye gidiyorum. Tavsiye edebilirim. Zaten 2 saat falan maksimum sonra Baran'la sıkılıyoruz birbirimizden. Bi zenci kuğular var, beyazlar var. Baran sayısız espri döndürüyor üzerine. Ben de eğlenmesine eğleniyorum epey ama alışveriş yaparken ki kadar değil ehe.

21 Eylül 2010 Salı

Küçük insan hiçbir şeyden korkmaz. Ben küçükken diş tellerinden çok korkardım. Dötümü uçuklatırdı. Sitedeki kız açıyodu ağzını böeöeö falan diyodu. Ben de annemin yanına kaçıyodum.Of hem de ağlıyodum ,şimdi hatırladım. Bir de dişsiz Tuğçe vardı. O da korkardı birlikte kaçardık ama ben gizliden gizliye Tuğçe’nin ağzında pek az bulunan , aynı zamanda morarmakta ve kararmakta olan minik şeylerden de korkardım. Şimdi Tuğçe fena kız değil allah için. Spor falan yapmıyor tabi ama dişleri var en azından. Bu arada kendi dişlerimle ilgili hiçbir bok hatırlamıyorum. Çok iyiymişim.

Ya bi de bugün konusu geçti. Kendimi ateşli ateşli savundum. Bence haklıyım ama. Acaba beyaz bir bayanla ,zenci bir adamın (tabi ki de) çok zenci bebeği olur mu konu bu.
Olmaz tabi ki de. Salaklar:)
Zenci demişken Jessie Williams oh ye. Bir klipte gördüm bu zenciyi.Algılarımı açtım, kilitlendim ve buldum. Bu adam iş yapıcak bak. New hottie yazmışlar internette zaten. Hottie ehe çok iyiymiş.



Eric Fischl- Bad Boy
Bu resim her şeyiyle iyi. Öyle teknik şeyleri ışığı, kompozisyonu falandır iyidir heralde zaten de, ben bıraktığı etkiden çok memmun kaldım. Bana rahatsız edici geldi ama “ya abi zaten...” demiyor . (En rahatsız olduğum şey o söylem ve mutfak çöpü de) Öyle bir tribe girdiği yok kendi halinde, gariplikleriyle takılıyor gibi. Evet, memnun kaldım. Kadın da iyi esnemiş, ben de bayaa esniyorum,ondan da memnunum :)