17 Mart 2011 Perşembe
Sevgili Blog
Şu an şu sims 1 de, "fun" ı en hızlı arttıran, göze takılan smülatörümsü-oyuncakımsı bir şey vardı ya onu takıp, şu dönem bitene kadar onla gezmek istiyorum. "Fun" ım hep dolu olsun, hep yeşil olsun.
Şöyle ki;
Şu an bir tabak mantı yesem "hunger" ımın %20'si, bir tabak profiterol yesem %50'si, kocaman bir bardak portakal suyu içsem hepsi dolar. Pek acıkmamışım sanırım. Susamışım.
Efendime söyleyeyim, Avusturalyalı bir sörfçüye komple masaj yaptırsam "comfort"ım %100 e yakın dolar. Hepsi dolmaz, öyle bir rahatlık yok çünkü.
Sonracığıma, şimdi blog yazmayı bırakıp hemen yatsam ve 8'de kalksam "energy" imin %70'i, ders çalışıp 8'de kalksam %40'ı, ders çalışıp, uyuyup, rüya görürsem %30 'u dolmuş olur. Şimdi direk yatacağım.
"Social" kısmına geldim. Bu saatte kimi arasam "social"ım azalır, bize kimse gelmesin zaten, bartiatus hanesinin yakışıklı şampiyonlarının, P&G üst yönetim kurulunun, kürek olimpiyat şampiyonu bay ve bayan ekiplerinin, tüm kız arkadaşlarımın davetli olduğu bir partiye gitsem "social" ımın %70'ine yakını dolar. Alt limitim %60 falan zaten yane.
"Fun". Şu an barımı yeşil bölgeye yaklaştıracak 100% fantezi olmayan bir etkinlik bulamadım.
Son olarak "environment" barım, bir adet güzel döşenmiş bir ev, bir adet John Currin tablosu, bir vazo orkide ile tamamen olmasa da bir miktar dolar diye düşünüyorum.
Diğer teknik mod seçenekleriyle ilgili yorum yapmayacağım. Bazı şeyler bloga yazılmaz çünkü.
Evet, blog. Ne zaman "sevgili blog" la başlayan yazılar yazmak istesem şöyle düşünüyorum:
Günlerin nasıl geçtiğini anlamamız için yalnız olmamız gerekir. Günü hakkında yorum yapan insanlar yalnız ve über insanlardır.
14 Mart 2011 Pazartesi
Air - Cherry Blossom Girl
Bir zamanlar Asusşüperitus diye biri varmış. Ne olduğunu kimse bilmiyormuş. İki bin metreyi üç dakikada kürek çekerekten bitirir, Büyük Süperşinasus Gölü'nün otuz kilometrelik çevresini, otuzbir dakikada koşarmış. Hem içinden, hem dışından süperce dahil otuz sekiz dilde duygularını ve düşüncelerini o kadar iyi ifade edermiş ki, süpercikler (Asuş'un etrafındakiler) ona " Asusum, dediğin her şeyi o kadar iyi anlıyorum ki, neden benim yerime de konuşmuyorsun?" dermiş. Derler ki, Asusşüperitus onlar yerine de konuştukça şarkılar çalar çalar hiç susmaz. Herkes kulaklarını keser dinler.
Asusşüperitus'un çok sevdiği bir sürü dostu varmış. Hepsiyle durmadan beş ışık yılı görüşmüşlüğü vardır. Asusşüperitus'un bir de çok sevdiği bir şey varmış. Işık parıltısıymış sanırım o. Asusşüperitus "Yanımda duracağına midemde dursun" demiş. Işık parıltısını yutmuş. Üstüne soğuk su içmiş. O gün bugündür ayrılmamışlar.
Neyse günlerden bir gün Asusşüperitus'un yaşadığı Ahasuş ülkesi ortadan ikiye çat diye bölünmüş. Her yere trip yağmaya başlamış. Asusşüperitus önce kabuğunu üstüne örtmüş sonra da hemen evine gitmiş, ama çok geçmiş, hasta olmuş bir kere. Doktor acı teşhisi koymuş, "Sen ileri derecede duygusallaşmışsın" demiş. Asusşüperitus hemen çelişkiye düşmüş, akabinde o da ortadan ikiye çatlamış. Aradan üzüntüler sızmış. Asusşüperitus " Noluyor alla alla,kötü hissedeyim" demiş. Eskiler derler ki, Asusşüperitus kötü hissetti mi, bütün tatlılar biter ve tüm kızların bacakları uzar.
İşte bu Asusşüperitus'un hikayesinin bir kısmı. Bööööööö
12 Mart 2011 Cumartesi
Yazayım
Öhöm, yazıyorum.
Çok uzun zaman konuşmadığım birine selam vermiş gibi oldum. "Neden oldu bu şimdi?" gibi bir hisse de kapıldım. Neyse ki yalnızca bir blog bu. Gerildim biraz sanırım. Hehe
Yazmadığım sürelerin bir kısmında değişik yerlere gittim, geldim. Şimdi Ankara'dayım. Çok da
iyiyim ve de şundan eminim:
İnsanlar dünyaya iki görev için getirildi. Birincisi kendisinden emin olmak, diğeri de her kuşun etini yemek, daha çok sevişmek yani.
Yazasım kaçtı. Pek iyiyim. Neyse müzik ekleyeyim.
Çok uzun zaman konuşmadığım birine selam vermiş gibi oldum. "Neden oldu bu şimdi?" gibi bir hisse de kapıldım. Neyse ki yalnızca bir blog bu. Gerildim biraz sanırım. Hehe
Yazmadığım sürelerin bir kısmında değişik yerlere gittim, geldim. Şimdi Ankara'dayım. Çok da
iyiyim ve de şundan eminim:
İnsanlar dünyaya iki görev için getirildi. Birincisi kendisinden emin olmak, diğeri de her kuşun etini yemek, daha çok sevişmek yani.
Yazasım kaçtı. Pek iyiyim. Neyse müzik ekleyeyim.
23 Ocak 2011 Pazar
Planlı ya da Kontrol Manyağı
Yılın bu zamanları yerimizde şöyle bir sayıp neleri arkamızda bıraktığımızı görmek için çok uygun bir dönemdir. Benim gibi öğrenciler de anlayacaklardır ki, akademik dönemin sonu pratik ve günlük anlamda birçok şeyin de sonu olabiliyor. Sabahları zorla uyanma, okulda delicesine donma ve Ankara insanlarının her türlüsünden nefret etme gibi belli başlı eylemleri gerçekleştirme zorunluluğunun resmi olarak bitmesi anlamına geliyor.
Okuldaki her türlü topluluktan kesim bu heyecanı aynı anda paylaşırken, ben hayatımda pek fazla şeyin değişmeyeceği kanısındaydım. Şöyle ki, ben zaten her sabah kahvaltımı sıcacık evimde, gazete okumadan yapmıyor, dönemin yarısından uzun bir süre de sabahki derslere gitmeyi pek tercih etmiyordum. Kendimi yapmaya layık gördüğüm işe adamak kaygısıyla ancak canımın istediği derse, istediğim kadar ilgi gösteriyordum. Zaten pek de yüksek olmayan konfor seviyemi bu şekilde korumaya hakkım olduğunu düşünüyordum. Çeşitli ailevi sıkıntılar geçirdiğim bu dönemde aldığım bu karar, daha da önem kazandı ve hayatımda yürürlüğe girmiş oldu.
İşte bu nedenlerden dolayı, hayatımdaki tüm sınavlara, ancak olmak istediğim kadar hazır olduğum durumlarla girdim ve tüm sınavları verdiğimde kendimi tam da olmak istediğim gibi hissettim: Yorgun, memnun ve bir sonraki aşamaya hazır.
Kendimi böylesine tamamlanmaya yakın hissettiğim o anlarda bir şey oldu ve bu hissiyattan uzaklaşmaya başladım. Olay şuydu: Hayatta tıpkı bu akademik dönemler gibi dönemler başlayıp bitiyordu. Size bir sene önceden hangi gün başlayacağınız ve hangi gün bitireceğinizi söyleyen bir akademik takvim ve derslerinize ne kadar zaman ayıracağınızı gösteren bir ders programı vardı. Ancak iş, hayatımızda başka olayların süre geldiği diğer dönemlere geldiğinde kimse size “başla” ya da “dur” demiyordu. Kişiliğin ve hayatın bir parçası olabilecek bir spor dalının yalnızca spor olmaya başlaması için birinin size “ Bırak artık şu küreği” demesi yetmez. Ya da ilişkilerin karnesinin verildiği bir ara dönem yoktur, ne zaman biteceğine bazen iki kişi bile karar veremez.
Tam da bu noktada merak etmeden duramadım: Üniversite bittikten sonra artık hayatımızı bizim yerimize kolay yönetilebilen minik parçalara ayıracak başka insan ve kurumlar olmayacak mıydı? Belki de artık “dönemler” çağı bitmişti, bundan sonra ne zaman başlayacağımıza ve nerede bitireceğimize biz karar veriyorduk. Soru şuydu: Mutluluk, daha kolay yönetilebilen küçük hayat parçaları mıydı? Mutlu olabilmek için hayatımızın kontrol manyağı mı olmalıydık?
Cevabı nerelerde aramam gerektiğini biliyorum ve yarı yıl tatilini bu tip boş işlere harcamayı düşünüyorum.
Okuldaki her türlü topluluktan kesim bu heyecanı aynı anda paylaşırken, ben hayatımda pek fazla şeyin değişmeyeceği kanısındaydım. Şöyle ki, ben zaten her sabah kahvaltımı sıcacık evimde, gazete okumadan yapmıyor, dönemin yarısından uzun bir süre de sabahki derslere gitmeyi pek tercih etmiyordum. Kendimi yapmaya layık gördüğüm işe adamak kaygısıyla ancak canımın istediği derse, istediğim kadar ilgi gösteriyordum. Zaten pek de yüksek olmayan konfor seviyemi bu şekilde korumaya hakkım olduğunu düşünüyordum. Çeşitli ailevi sıkıntılar geçirdiğim bu dönemde aldığım bu karar, daha da önem kazandı ve hayatımda yürürlüğe girmiş oldu.
İşte bu nedenlerden dolayı, hayatımdaki tüm sınavlara, ancak olmak istediğim kadar hazır olduğum durumlarla girdim ve tüm sınavları verdiğimde kendimi tam da olmak istediğim gibi hissettim: Yorgun, memnun ve bir sonraki aşamaya hazır.
Kendimi böylesine tamamlanmaya yakın hissettiğim o anlarda bir şey oldu ve bu hissiyattan uzaklaşmaya başladım. Olay şuydu: Hayatta tıpkı bu akademik dönemler gibi dönemler başlayıp bitiyordu. Size bir sene önceden hangi gün başlayacağınız ve hangi gün bitireceğinizi söyleyen bir akademik takvim ve derslerinize ne kadar zaman ayıracağınızı gösteren bir ders programı vardı. Ancak iş, hayatımızda başka olayların süre geldiği diğer dönemlere geldiğinde kimse size “başla” ya da “dur” demiyordu. Kişiliğin ve hayatın bir parçası olabilecek bir spor dalının yalnızca spor olmaya başlaması için birinin size “ Bırak artık şu küreği” demesi yetmez. Ya da ilişkilerin karnesinin verildiği bir ara dönem yoktur, ne zaman biteceğine bazen iki kişi bile karar veremez.
Tam da bu noktada merak etmeden duramadım: Üniversite bittikten sonra artık hayatımızı bizim yerimize kolay yönetilebilen minik parçalara ayıracak başka insan ve kurumlar olmayacak mıydı? Belki de artık “dönemler” çağı bitmişti, bundan sonra ne zaman başlayacağımıza ve nerede bitireceğimize biz karar veriyorduk. Soru şuydu: Mutluluk, daha kolay yönetilebilen küçük hayat parçaları mıydı? Mutlu olabilmek için hayatımızın kontrol manyağı mı olmalıydık?
Cevabı nerelerde aramam gerektiğini biliyorum ve yarı yıl tatilini bu tip boş işlere harcamayı düşünüyorum.
Resme göz atın.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)