21 Eylül 2010 Salı

Küçük insan hiçbir şeyden korkmaz. Ben küçükken diş tellerinden çok korkardım. Dötümü uçuklatırdı. Sitedeki kız açıyodu ağzını böeöeö falan diyodu. Ben de annemin yanına kaçıyodum.Of hem de ağlıyodum ,şimdi hatırladım. Bir de dişsiz Tuğçe vardı. O da korkardı birlikte kaçardık ama ben gizliden gizliye Tuğçe’nin ağzında pek az bulunan , aynı zamanda morarmakta ve kararmakta olan minik şeylerden de korkardım. Şimdi Tuğçe fena kız değil allah için. Spor falan yapmıyor tabi ama dişleri var en azından. Bu arada kendi dişlerimle ilgili hiçbir bok hatırlamıyorum. Çok iyiymişim.

Ya bi de bugün konusu geçti. Kendimi ateşli ateşli savundum. Bence haklıyım ama. Acaba beyaz bir bayanla ,zenci bir adamın (tabi ki de) çok zenci bebeği olur mu konu bu.
Olmaz tabi ki de. Salaklar:)
Zenci demişken Jessie Williams oh ye. Bir klipte gördüm bu zenciyi.Algılarımı açtım, kilitlendim ve buldum. Bu adam iş yapıcak bak. New hottie yazmışlar internette zaten. Hottie ehe çok iyiymiş.



Eric Fischl- Bad Boy
Bu resim her şeyiyle iyi. Öyle teknik şeyleri ışığı, kompozisyonu falandır iyidir heralde zaten de, ben bıraktığı etkiden çok memmun kaldım. Bana rahatsız edici geldi ama “ya abi zaten...” demiyor . (En rahatsız olduğum şey o söylem ve mutfak çöpü de) Öyle bir tribe girdiği yok kendi halinde, gariplikleriyle takılıyor gibi. Evet, memnun kaldım. Kadın da iyi esnemiş, ben de bayaa esniyorum,ondan da memnunum :)

7 Haziran 2010 Pazartesi

Teknik Mola

Otobüse en önce biz binsek ne olur? Yemeği önce biz alsak ; efendime söyliyim sınav kağıdına 2 sn önce ulaşsak? Bilmiyorum , ne olur?
İnsan varlığının, içgüdüleri ve onu farklı kılan aklını kullanma yetisi arasında çetin bir savaş verdiğini gözlemledim. Bu savaş bilincimizden bağımsız devam etmekte tabi. Kendi adıma konuşmak gerekirse bu bilinçsizlerle hergün bolca karşılaşıyorum. Hatta Ankara'yı bana zindan ediyorlar. Bunu gördükçe kendi bilincim aklımı hayvani içgüdülerime karşı korkusuzca savunuyor. Ben de hayatımı daha cool ve mutlu olmanın hafifliğiyle daha kolay sürdürebiliyorum.



Ben mi daha önceleri daha az bilinçliydim ya da insanlar daha az mı hayvaniydi. Bilemiyorum. Bu sene çektirdiler bana.

Bugünden itibaren sonun başlangıcı gibi arabesk sözcük öbeğiyle ifade edebileceğim bir dönemin ilk teknik molasını aldım. Finallerin çok büyük ve arka arka olan kısmı bitti. Testler, yüklenme haftaları da yok artık. Değişik duygular hissetmekte ve bunları anlatmak için burdayım, blog.


Direk giriyorum. Kürek takımında hayatımda kürek çekmeden de var olmasını istediğim kimsecikler yok. Herkes iyi ama kimse bilinçli değil. İçgüdüleri, egoları, erkeklikleri, olmayan kadınlıkları, tripleri ve herkesin yetinmesiyle yetindikleri başarılarla dolu minik dünyaları ve vizyonsuzlukları benim için kürek takımının bir parçası oldu ve bundan dolayı epey üzgünüm. Şanssızım da tabi. Geçirdiğim zamanın kalitesini arttırmak aynı zamanda kendimden de ödün vermemek konusunda çaba harcadığım koca bir sene geçirdim. Böylece insanları idare etmek denilen kara delik hususunda uzmanlaşmamı sağladılar. Trajik bir şey değil kesinlikle. Aksine düşüncesi beni mutlu ediyor. Farkındalık açısından değerlendirdiğimde şartlar gerektirdiği için değil kendim istediğim için idare edeceğim insanlarla iletişim halinde olmak istiyorum. İnsan hem aynı , hem çok farklı azizim.





3 Haziran 2010 Perşembe

There is still hope...


Yapmak istediğim şey şu yazıya başlamak. Bir şeyler yazmak, düşünmek falan -derken banyoya gittim.O küçük sarı şeyi ellerime aldım. Yıkadım ellerimi ve kokladım.
Dove sabunu çok seviyorum cidden. Salatalıklısını denemiştim ama limonlusu çok daha iyiymiş. Kokusunu mikroplardan tıkanıp duyu yetisini kaybetmiş burnumla bile alabiliyorum. Koku beynime ulaşıyor, ordan tüm sinirlerime dağılıyor ve beni benden alıyor. O kadar ki bana ilham veriyor. Şimdiden kafamda bir sürü şey canlandı bile. Bunlardan biri de Georges Seurat 'nın resimleri. "Bathers in Asnières" - ki şu sıralar en üstteki resim oluyor- ve bu ılık sarı sabun ben de aynı etki bırakıyor diyebilirim. Nedense içimi yok yere garip bir huzur ve umutla dolduruyorlar.
Hemen aklım bu iki nesnenin özüne ulaşan yeni yollar aramaya başladı. Dove bir Unilever ürünü. Yüzde 25 'i nemlendiricili ve ambalaj tasarımı da bence ürünün hikayesiyle örtüşüyor. Sade, hafif , buharlı gibi.
Seurat 'ya gelince; kendisi çok uzun yaşamamasına rağmen çok sayıda eser bırakmış. Renkleri fırçasından noktalar vasitasıyla tuvale geçiriyor. Böylelikle hatlar kayboluyor. Derinlik duygusu bilinçle bütünlenmek istenmiş.Ben çok ilginç bulmuştum bu tabloyu ( Asniéres de Yıkananlar)Modern Tate' de gördüğümde çünkü noktaların aralarında boşluk falan yoktu ama onları tek tek ; ayrı birer resim gibi görebiliyordunuz. Resmin verdiği derinlik duygusunda da birkaç değişik nokta vardı. Hem hacimli hem hacimsiz gibi. Öndekiler arkada ; arkadakiler önde gibi. Adam resimlerinde neden bahsederse bahsetsin; aklımızdan geçirdiğimiz imgeler yani hayaller ve benzeri şeyler gibi. Daha da uzatıyorum. Çerçeve bulutların arasında gibi. Yani o zaman gördüğümde böyle düşünmüştüm en azından. Şimdi görsem daha değişik fikirlere sahip olurum belki.
Seurat uzun yaşamamış.32 yılcık. Böyle kötü bir hastalıktan ölmüştü yanlış hatırlamıyorsam. Öldüğünde insanlar üzülmüş ama sağlığında bir müddet izlenimcilerle anlaşamamış. Yani resimlerinin ben de yarattığı etkinin aksine Georges biraz trajik bir yaşam sürmüş. Benim için umut dolmuştu. Winnie the Pooh gibi hissetmiştim=) Adam 7-8 sene resim yapıp ölüyor cık cık.
Resimleri "Venice is not sinking" desin benim için(=

28 Mayıs 2010 Cuma

YEMEK YEMEYİ ÇOK SEVİYORUM

Son zamanlarda olup bitenleri anlatayım. Sondan başlıyayım. Olayların arasındaki zaman gitgide artıcaktır tahmin edersiniz.

Sucuklu yumurta yedim. (Böööö O kadar zevkle yedim ki bloga ilham oldu diyebilirim)

Ojelerim... Yenileri geldi. Bu seferkiler Fransız. Uzatmiyim french yapmaya çalıştım,
bakalım

Buğranın farkındalığı çok yüksek çoğu zaman. Herşeyi biliyor mu bilmiyorum ama her şeyin farkında. Onu seviyorum :)


Baraka spor salonu. testosteron. kıl. kız yok. Barakayla ilgili cümle kurmak istemiyorum.


Dersler cuma günü itibariyle bitti. Bu seneyi pek kolay atlattığımı söyleyemeyeceğim maalesef. Aldığım tüm derslerden geçersem, en azından kafa yorulacak şeyler listesinden birkaç maddeyi eksiltme ihtimalim geçerliliğini sürdürecek. Üniversite, öğrenme, bilgi, algılama, notlandırma tarzı şeyler üzerine de bir miktar düşünüyorum. Tesadüftür; dönem sonunda birkaç sonuca vardım galiba. Bu da ayrı bir yazı konusu olabilir. Bu dönemin son dersinde ,ki o thermodynamics dersi oluyor, dersi veren oldukça dominant ( hükümet gibi diyeceğimiz cinsten )bir bayan profesör bana ilham verdi. Egosunu kontrol altına almayı başarmış ama kendine güveni tam. Bu gözlemi daha önce hiç yapmamıştım bir insan için. Bilmiyorum işini de çok seviyor gibi görünüyor. Üniversiteyi bitirmeden böyle insanlardan daha çok ders alsam keşke diye düşünüyorum. Yani şart değil ama iyi olur.


İki yarışa gittim geldim. Tek çifte ve ik çifte çektim. Tek çifteyi çok seviyorum. Arabesk laflar edicem belki ama teknenin üzerinde nasıl bir ruh hali içerisinde olursam olıyim, gerçekten güçlü hissediyorum. Küreklerimle her şeyi yapabilecekmişim gibi. Kedim , Mintoş ( ismi çok kötü ama bi söyledik öyle kaldı) , bana hep esrarengiz gelir. İnsan oldu mu dibinden ayrılmaz ama hep tek başınadır. Ben de öyle hissediyorum tek çiftede galiba. Neyse uzatmiyim. Derecelerim iyi değil maalesef. Rakiplerimle de aramda az bir zaman yok ama güzel bir sürü şey var sadece benim bildiğim. Belki Buğra da biliyor olabilir.


İlk sınavlarımın çoğu kötü ve vasat arası. Düzelticem umarım :)


Yemek yapmaktan çok büyük bir keyif alıyorum. Patisserie denilen bu pasta-börek işlerini yapmaktan daha çok zevk aldığımı inkar edemicem. Ancak pasta-börek olayları gerek ekipman gerek tecrübe gerekse teknik bilginin, birlikte oldukça dikkatli kullanılması gerektiği meşakkatli bir alan. Ben de bocaladım elbette. Gelin görün ki birkaç denemem cidden tam bir facia oldu. Nedenini anlayamadığım bir biçimde muffinlerim yeterince kabarmıyordu. Bu konuyu analitik yöntemlerle çözmeye, en nihayetinde neden-sonuç ilişkilerini yağlı kağıtlarda muffine dönüştürmeye karar verdim. “Science of Cooking” adlı kitabın sponge kek bölümü kabarma fenomenine ayrılmıştı. Okuduktan hemen sonra yaptığım deneyde bir miktar başarılı oldum. Çalışmalarım devam etmekte :)


Son olarak blogumu açtım çünkü canım istedi. Bi de bence insanın kendini görebilmesi gerekir ve bunu her zaman yapabilmeli. Ego ve yarattıkları gereksiz olabilir diye düşünüyorum.

Termo bilimi Konfüçyüs aşağıdaki şeyleri düşündükten yaklaşık 1000 yıl sonra falan kurulmuş. Konfüçyüs varken termo yok ( anlıyacağınız gibi hihi). Termocular da Konfüçyüs ne demiş acaba diye bakmamışlardır bence. Bana ilginç geldi. Böö saat kaç olmuş ben yatıyorum.

While there are no stirrings of pleasure, anger, sorrow, or joy, the mind may be said to be in the state of Equilibrium. When those feelings have been stirred, and they act in their due degree, there ensues what may be called the state of Harmony. This Equilibrium is the great root from which grow all the human actings in the world, and this Harmony is the universal path which they all should pursue.”


29 Mart 2010 Pazartesi

Babetlerim


Bugün babetlerim giydim. Eteğimin altına güzel olur diye. Bence oldu. Güzel Ankara'nın çamurlu yollarında ayakkabımın içine sular da doldu. Bi de altları çok ince olduğu için yerle ayak tabanlarım arasında hiçbir şey yokmuş gibi hissettim. Medine dilencileri gibi. Abartıyorum, dilenciye benzer bir halim yoktu tabi. (Medine dilencisi kavramı ordinary dilenci kavramıyla aynı kategoride değil bu arada) Neyse sözüm ona diyeceğim şudur ki bazen ruhumuzu beslemeye ne kadar uğraşırsak uğraşalım çevresel koşullar engel üstüne engel yaratıyor. Ama güzel olan ruhumuzun hala orda olması ve beslenmeye aç olduğunu fark etmemiz.
Resim : Medine dilencisi imgesinin ünlü bir futbolcu ile desteklenmiş hali





23 Mart 2010 Salı

Aujourd'hui

Halka sesleniyorum. Rahatça kavrayabileceğiniz kavramlar üzerinden gideceğim. Blog yazmak cool bir şey değildir. Blog yazmak bir triptir. Bloga belli şeyler belli şekilde yazılır. Hayatın anlamı falan yazılmaz.Şaka şaka istediğinizi yazın ama istediğinizi yazamayacağınızı bilerek yazmak istediğiniz şeyleri değiştirdiğinizi unutmayın.( Halk,siz ? )
Başka izleyiciyilerim olsa. Ben de blog tribine girsem. Pöf girmişim galiba önceki yazılarımda zten. Ancak çok saçma buluyorum şimdi.

Buğracım bir izleyicin azalcak galiba. İlk burdan duy istedim.

Ankara hiç güzel bir şehir değil. Zaten hep yeterli olmadığını düşünmüştüm ama bilimsel yöntemlerle kanıtlayamamıştım. Sezgisel bir şeydi daha çok. Şimdi anlamaktayım ki çoook kötü. İnsan Ankara'da iken;ancak Ankara'dan uzaklaşabileceği düşüncesiyle, bi de hava en az bugünkü gibiyse, bi de piyango falan çıkarsa memnun olabilir.

Yanılma payım da var tabi ki. Belli biraz içinde yaşamak yerine gözlemlemeye çalışsan böyle duyarlı sanatçı entel triplerine falan girsen bir şeyler çıkabilir. Belki ama. Otobüsteki her 3 kadından 2 sinin memelerinin 70%' e varan sıkıştırılabiliteleri olan bir şehir ne kadar iyi olabilir ki. Kadın bugün resmen memelerinin içine aldı beni. Sonra geri attı aynı hızla. İnsan aynı cinsiyetteyiz diye yapışmaz ki canım. Hiç sevmem öyle dip dibe. (Buğra bak meme)
Zengin koca bulsam.

16 Şubat 2010 Salı

cankurtaranlar ve ayrılma kararı

Nasıl da uykum kaçtı. Erken yatıyorum, bir anda uyanıyorum sonra da uyuyamıyorum. Uyanmasam çok güzel olur aslında. Çok uyumuş olurum.
Cankurtaranlardan ayrılma kararı aldım. Ne zaman söylesem diye düşünüyorum. Koordinatörü görürsem yarın hemen de söyleyebilirim. Yanlış mı yapıyorum diye düşünmüyor değilim. Tüm artı ve eksilerini böylesine bir platformda masaya yatıracak değilim. ( Burası blog yane=P ) Üşeniyorum bi de. Belki daha geri dönülesi bir şekilde ayrılma kararı aldığımı söylesem... Cankurtaranların mantık ve ahlak kavramı açısından bakacak olursak pek imkan dahilinde gibi görünmüyor. Risk alıcam artık ne yapalım. Belki de üniversite hayatım boyunca para kazandığım son aktivite olur -ki muhtemelen öyle olur-. Cankurtaranlardan ayrılma düşüncesi bir anda içimi inanılmaz rahatlattı. Öf ayrılmak istiyorum.
Ders kayıtları da devam etmekte. Bir sürü ders aldım ama çakışan çakışana hihi. Bir ara belki erken bitiririm yanılgısına bile düştüm. Dönem başı gaz tripler. Bunda bir ilginçlik görmüyorum gerçi. 2 hafta sonra konuşmaya çalışsam daha iyi olacak bu konu hakkında.
Haber dergisi okumaya çalışıyorum işte. Haftalık olduğu için , gazete okurken çokça yaşadığımız deja vu hissiyatından uzaklaşmış oluyoruz böylece. Teknoloji başlığı altındaki internet ve önemi, paylaşım siteleri, telif hakları pazarı tarzı yazıları pek bir bayıyor beni ama olsun. Neler neler bayıyor insanı.
Bir de deneyimlediğim bir şey var. Şu ki; kendini koruma içgüdüsü sandığımdan çok daha etkili insan hayatında. Dışavurumları çeşitlilik gösteriyor ve hepsi de birbirinden ilginç. Bunlar nelerdir, hangisine ne denir var mıdır böyle şeyler bilmiyorum. Üstüne düşünmenin mantıksız ve cool olmayan bir yanı olabilir.Ben kabuğuna çekilme yöntemini kullanırım genelde. Kabuğuma çekileyim.
Kabuk falan dedim.Uykum geldi sonunda.Arayı çok açmama ümidiyle.